Dostum Meşhedi Cafer, o sene, Kalamış’ta oturduğum eve sık sık misafir gelirdi. Akşamları onunla birlikte, öteye beriye gezmeğe giderdik. Fakat en birinci zevkimiz, sabahları gayet erken kalkıp, sandalla balığa çıkmaktı. Zevkimiz, dedim… Lâkin bu tabir tamamıyle doğru değildir. Zira Meşhedi, eline olta almaz, sadece sandalın içinde oturup, daima yanında taşıdığı nargilesini içerek bizi seyrederdi. Sandalcımız Karabet isminde, pişkin, denizcilikte mahir, hoş sohbet bir Ermeniydi. Hemen her defasında Meşhedi ile inceden inceye alay eder, takılır, ayrıca bir zevk de o yolla temin ederdi. Bir gün yine böyle Caddebostanı kıyılarında mercan (balığı) avlıyorduk.
Balığın bol bir günüydü. Her olta atışta, iri iri balıklar çekiyorduk. Karabet pürneşe idi ve her mercanda:
– Hay maşşallah!… Dinini sevdiğimin denizi! Madensin nesin? Şu balığa bak. Kuzudur mubârek!…
Diye sevincini ihzar ederdi.
Bir aralık Meşhedi’ye hitapla sordu:
– Hacı! Sizin taraflarda böyle kıyyak balık vardır?
Meşhedi, gayet sakin, şu cevabı verdi:
– Men böyle balıh tutmahlığa tenezzül etmezem.
– Etme, gözünü seveyim. Ya ne çeşit tutarsın?
– Men beyuh balıhlar dutirem. Hemin çoğ tutmişem!
– Nerede bu?
– Bizim Eyran diyarında… Ürmiye çölünde.
– Etme babacığım! Kırk senedir bu zenaatı edorum… Böyle bir yer ki deorsun işitmemişim.
– Özümden guş edesen!
– Haydi, öyle olsun! Velâkin, fikrime öyle gelor ki benim tuttuğum kadar beyük balık tutmamışsındır deyi!
– Çoh beyüğünü tutmişem!
– Olmaz! Olamaz!…
Meşhedi sinirlenmişti. Marpucu elinden düşürdü. Papağını bir vuruşta arkaya yasladı, bağırdı:
– Men özüne deyirem ki dutmişem!
– Nasıl olur, zo? Ben balina bile tutmuşum. Agnoorsun?…
Bu sefer Meşhedi istihfafkâr (alaycı) bir kahkaha salıverdi:
– Hay peder suhte! dedi. Men balina balıhını yem diyye gullanmişem!
Kaynak:Ercüment (Ercümend) Ekrem Talû