14 Aralık 2010 Salı

MAYINLAR

Körfez Savaşı'ndan önceki yıllarda, Amerikalı bir bayan gazeteci, kadınlarla erkeklerin toplumdaki yeri hakkında bir yazı dizisi hazırlamak üzere Kuveyt'e gitmiş. Gözlemleri sırasında ilk dikkatini çeken, kadınların kocalarının 5 adım gerisinden yürüdükleriymiş. Yıllar sonra aynı gazeteci tekrar bir yazı dizisi için Kuveyt'e gittiğinde bu sefer bir de bakmış kadınlar önden gidiyor, kocaları 5 adım arkalarından geliyor. Bu işe çok şaşırmış, hemen bir kadına yaklaşıp sormuş: 

-"Bu gördüğüm inanılmaz bir gelişme. Peki ama bu değişikliğin sebebi nedir?"

 Kuveyt'li kadın cevap vermiş: 

- "Mayınlar..." 

13 Aralık 2010 Pazartesi

GELİNCİK

Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın vardır, kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlamıştır. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz.

Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadın çocuğunu doğurur.
Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Bahçesinde küçücük bir bölüme ektiği sebzelerle hayatını sürdürmektedir.

Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa dikili sebzelerle ilgilenmek ve o gün ki yiyeceklerini koparmak üzere evden ayrılmak ve yavrusunu evde gelincik ile yalnız bırakmak zorunda kalır.

Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve döner. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Çocuğuna bir zarar verdi düşüncesi ile anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı.

Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir...

Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış yılanı görür. 

SERÇENİN GÜCÜ


Orman müthiş bir hızla yanarken küçücük bir serçe yakındaki gölden gagasına su alıp ormanın üzerine bırakıyor ve tekrar göle uçuyormuş. Ormanın yanışını çaresizlikle izleyen hayvanlardan biri alaycı bir tavır ile bağırmış:

-"Ne o, ormanı birkaç damla su ile mi söndüreceksin?"

Serçe cevap vermiş:

-"'Benim elimden gelen bu."

Ben ne yapabilirim demeyip olağanüstü bir durumda herkes ama bilinçli olarak elinden geleni yapmalı ve seyirci kalmamalı dır. 

ZENGİNLİK-FAKİRLİK

Günlerden bir gün zengin bir baba oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.
Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu,

-"insanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"

-"Evet!"

-"Ne öğrendin peki?"

-"Şunu öğrendim: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi,

-"Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!" 

AKREP VE KURBAĞA

Akrep bir gün yiyecek ararken bir nehrin kenarına gelmiş. Karşıya geçmek için bir yol ararken, bir kurbağa görmüş. Kurbağaya kendisini karşıya geçirip geçiremeyeceğini sormuş. Kurbağa:

-"Sen beni sokarsın!" diyerek, kabul etmemiş.

Akrep, kurbağaya söz vermiş onu sokmayacağına dair. Kurbağa da:

-"O halde çık sırtıma seni karşıya geçireyim" demiş.

Akrep kurbağanın sırtına çıkmış, nehrin yarısına geldiklerinde, akrep dayanamayıp kurbağayı sokmuş. Kurbağa son anlarında akrebe sormuş:

- “Hani beni sokmayacağına dair söz vermiştin! Şimdi ben ölüyorum, ben ölünce sen de boğularak öleceksin!”

Akrep de mahçup bir şekilde karşılık vermiş:

- “Ne yapayım kurbağa kardeş? Bu benim doğamda var!” 

YAĞMUR

Akşamüstü bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Evine gitmeye hazırlanan doktorun muayenehanesine telaşla giren adam:

- “Levent’te hastam var doktor, aracınız var mı? Hazırlansanız da bir an önce gitsek!” der.

Doktor çantasını alır. Aşağı inip doktorun otomobiline binerler. Yağmurda iyice arapsaçına dönen İstanbul trafiğine dalıp güç bela Levent’e gelirler.

Adam: 


- “Bir dakika!” diyerek iner,

Eve girip geri döner:

-“ Hastam iyi olmuş, doktor. Buyurun muayene ücretinizi.” der.

Doktor, aracından inerek, araba bulamadığı için kendisine bu oyunu oynayan şımarık zengine bir Osmanlı tokadı patlatır. 

7 Aralık 2010 Salı

BARMEN

Barmen, meslektaşından rica eder: 

-"Yarın kızımın okulunun yemeği var. Yerime sen bakar mısın?" 

-"Bakarım da ben senin müşterilerini tanımam ki kardeşim, ne isterler filan..." 


-"Merak etme, hiç zor değil. Özelliği olan sadece iki müşterim vardır, ikisi de sağır ve dilsizdir. Baş parmaklarını aşağı doğru gösterirlerse vodka karıştırarak bira verirsin, yukarı doğru gösterirlerse yalnızca bira, verirsin! Herhangi bir sorun çıkarsa da bana telefon edersin." 

Ertesi gün, arkadaşı barmeni telefonla arar: 

-"Alo, abi sorma başım dertte. Seninkiler geldi.Başparmaklarını aşağı gösterdiler, vodkalı bira verdim; yukarı gösterdiler, bira verdim. Bir hayli içtiler, şimdi ikisinin de ağzı bir karış açık, bara dayalı, bana bakarak uzun süredir öylece duruyorlar. Ne yapayım?" 


-"Tüh sana söylemeyi unuttum. Merak etme onlar sarhoş olunca bana şarkı söylemeye başlarlar."

KURBANA SAYMAK

Temel ramazan ayı içerisinde çayını kurutuyormuş, birden hava bozmuş, 

- "Allah'ım, ne olursun çayım kurumadan yağmurunu yağdurma daaa!" diye yakarmış. 


Çay kurudu kuruyacak derken, akşamüzeri bir fırtına, bir yağmur, bir şimşek; ortalık cehenneme dönmüş. Temel sağa koşmuş, sola koşmuş nafile. Çay perişan olduğu gibi birde düşen yıldırım ile ağaca bağlı eşek telef olmuş. 


Temel gökyüzüne doğru efkârlı, efkârlı bir sigara yakmış ve mırıldanmış; 


-"Ula eşşeğuda kurbana saymazsam şerefsuzum!"

HUYSUZ HERİF

Yaşlı çift arabaları ile seyahat ederken öğle yemeği için bir yol kenarı restoranında mola vermişler, daha sonra yollarına devam etmişler, hareket ettikten 40 dakika sonra yaşlı kadın gözlüğünü orada unuttuğunu fark etmiş, ilk buldukları kavşaktan geri dönmüşler, restorana varış süresince adam klasik bir “yaşlı canavar”a dönüşmüş, oflamış puflamış, bütün geri dönüş yolunu karısının burnundan getirmiş. 

Sonunda restorana gelmişler, kadın arabadan inip içeri doğru yürürken;

- “Heyy” demiş kocası, “Madem gözlüğünü alacaksın bari benim şapkamla kredi kartımı da isteyiver!”

ÇERNOBİL ELMASI

Pazarda satıcının biri; 

- “Elmaya geelll elmayaa.. Çernobilin elmaları bunlarrr!” diye bağırıyormuş. 

- “Deli misiniz?” diye sormuş kadının biri, “Çernobil’in elmalarını kim alır ki?” 

Satıcı;


- “Valla yenge yetiştiremiyorum” demiş “Kimi karısına, kimi kayınvalidesine alıyor, kalmıyor bile yani..!”

2 Aralık 2010 Perşembe

SEVGİ



Okulda birinci sınıf öğrencileri, bir aile fotoğrafı üzerinde tartışıyorlardı. Fotoğraftaki küçük çocuğun saç rengi ailenin öteki bireylerinin saç renginden değişikti.

Öğrencilerden biri o erkek çocuğunun belki de evlat edinilmiş olabileceğini söyledi. Onun bu sözünü duyan başka bir küçük kız öğrenci, birden sesini yükseltti;

- "Ben evlat edinme konusunda her şeyi bilirim, çünkü bende evlatlığım!"

Arkadaşı sordu;

- "Madem biliyorsun, bize de anlatsana... Evlat edinilmek ne demektir?"

Küçük kız öğrenci kendinden emin bir biçimde bilgisini özetledi; 


- "Annenin karnında değil, yüreğinde büyümüşsün demektir."  

Kaynak-İbret verici hikayeler

DUVAR

Kalp ve Damar Cerrahisi Hastahanesi! İki yatak ve hayat ile ölüm arasındaki çizgide yaşamdan yana kalmaya çalışan iki kalp hastası. Yataklardan biri pencere önünde, diğeri duvar dibinde.

Pencere kenarındaki sabahtan akşama kadar, pencereden dışarıya bakıp seyrettiklerini duvar dibinde bir şey görmeyen, aynı kaderi paylaşan hasta arkadaşına anlatıyor:

"-Bugün deniz dünden daha durgun, rüzgar hafif esiyor olmalı, beyaz yelkenliler denizde belli belirsiz ilerliyor, kuğu gibi süzülüyorlar, park mı? Ha, park henüz tenha, salıncakların ikisi dolu, ikisi boş. Bak! Bak! Geçen haftaki sevgililer yine geldiler. Hep el-eleler, bir sıraya oturdular. Gözlerini birbirlerinden ayırmıyorlar, erkek bilgiç tavırla birşeyler anlatıyor. Ne kadar da bir birlerine yakışıyorlar! Ah kardeşim görmelisin! Erguvanlar bugün çıldırmış, öyle bir çiçek açmışlar ki etraf mora boyanmış, erikler desen keza, tepeden tırnağa beyazlar giyinmiş, gelinler gibi. İşte parkın neşesi çocuklar geldi. Ellerinde rengarenk uçurtmalar, balonlar umutlarını göğe uçuruyorlar. Bugün martıların da keyfine diyecek yok, masmavi denizin üzerinde gösteri uçuşu yapıyorlar, arada bir suya şöyle bir dokunup günlük yiyeceklerini topluyorlar"

Bu böyle hergün sürüp giderken, her gördüğünü anlatıp dururken ansızın yeni bir kalp krizi geçirir pencere yanındaki adam.

Duvar dibindeki düğmeye bassa doktoru çağırabilir ve belkide arkadaşı kurtulabilir, ama, ama yapmıyor işte. Şeytan karışıyor işe.

Arkadaşı ölürse pencere kenarındaki yatak boşalacak ve kendisi oraya geçecek. Bugüne kadar kulaklarıyla duyduklarını gözleriyle de görecek .

Hemen duvar dibindeki, kolaylıkla ulaşabileceği düğmeye basmaz ve oda arkadaşı ölür. Ertesi gün duvar dibindekini yatağından pencere kenarındaki yatağa taşırlar.

Beklediği an gelmiştir artık. Yattığı yerden pencereden dışarıya bakar. A oda ne! Dışarıda kapkara bir duvar. 



Kaynak-İbret verici hikayeler

EVERST'in YENİLİŞİ

29 Mayıs 1953 tarihine kadar dünyanın en yüksek noktasına, Everest tepesine kimse tırmanamamıştı. Bunu ilk kez Edmund Hillary başardı. Hatta, bu başarısından ötürü kraliçe ona şövalye ünvanı verdi.

Hillary'nin Everest'e tırmanmasının hiç de kolay olmadığını, daha sonra kaleme aldığı High Advanture isimli kitabında anlattıklarından anlamak mümkün. Hillary,1952 yılında da Everest'e çıkma girişiminde bulunmuş, fakat bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Bu başarısız tırmanışın ardından İngiltere'de bir okul onu konuşma yapmak için davet etmişti. Anlatıldığına göre, başarısız denemesinden bahsettikten sonra, Edmund Hilary duvarda asılı büyük boy Everest fotoğrafına doğru bakmış, bir müddet hiç konuşmamıştı. Ardından, fotoğrafa doğru yürümüş, önünde durmuş, sonra yumruğunu hava da sıkıp bağırarak şöyle demişti:

-"Ey Everest! Beni bu ilk denememde yendin, bunu kabul ediyorum. Ama işimiz daha bitmedi. Yine geleceğim ve zirvene bu kez çıkacağım!"

Sonra kendisine şaşkın gözlerle bakan öğrencilere dönüp, bir yıl sonra ulaşacağı başarısının sırrını hemen açıklamıştı:

-"Arkadaşlar, beni mağlup ettiği için Everest büyük. Ama onun büyüklüğü hiç değişmiyor; benim inanç ve azmim ise her geçen gün büyüyor!"

Bir yıl sonra, Edmund Hilary, büyüyen inanç ve azminin meyvesi olarak, Everest'in zirvesine ilk ayak basan kişi olmayı başardı.

 
Kaynak-Doğaya Baş Kaldıranlar. 

KUYUYA DÜŞEN EŞEK


 
Günlerden bir gün, Aliağa’nın köylerinden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş. Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu! Düşmüş işte. Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü. Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm. 

Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. Ayıptır söylemesi, anırdı yani. 
Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü. Zavallı eşeği kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor. Üstelik yaralanmış. Üstelik de kuyu derin. Karşılaştığı bu durumdan, kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı. 

Ne yapsak, ne etsek, nasıl eşeği çıkarsak soruları havada kaldı. Sonunda karar veril di ki; bu eşeği, bu derin kuyudan kurtarmak için çalışmaya değmez. Tek çare, kuyuyu toprakla doldurmak. 

Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkelenerek dibe döktü. Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde, her an biraz daha yükseldi. Ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu. 

Köylüler ağzı açık bakakaldılar. 

Hayat bazen bizimde üzerimize abanır. Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur. Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlıklara doğru adım atmaktır ! 


Kaynak-Aliağa Expres.