Günlerden bir gün, Aliağa’nın köylerinden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş. Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu! Düşmüş işte. Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü. Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm.
Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. Ayıptır söylemesi, anırdı yani.
Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü. Zavallı eşeği kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor. Üstelik yaralanmış. Üstelik de kuyu derin. Karşılaştığı bu durumdan, kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı.
Ne yapsak, ne etsek, nasıl eşeği çıkarsak soruları havada kaldı. Sonunda karar veril di ki; bu eşeği, bu derin kuyudan kurtarmak için çalışmaya değmez. Tek çare, kuyuyu toprakla doldurmak.
Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkelenerek dibe döktü. Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde, her an biraz daha yükseldi. Ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu.
Köylüler ağzı açık bakakaldılar.
Hayat bazen bizimde üzerimize abanır. Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur. Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlıklara doğru adım atmaktır !
Kaynak-Aliağa Expres.