14 Aralık 2010 Salı

MAYINLAR

Körfez Savaşı'ndan önceki yıllarda, Amerikalı bir bayan gazeteci, kadınlarla erkeklerin toplumdaki yeri hakkında bir yazı dizisi hazırlamak üzere Kuveyt'e gitmiş. Gözlemleri sırasında ilk dikkatini çeken, kadınların kocalarının 5 adım gerisinden yürüdükleriymiş. Yıllar sonra aynı gazeteci tekrar bir yazı dizisi için Kuveyt'e gittiğinde bu sefer bir de bakmış kadınlar önden gidiyor, kocaları 5 adım arkalarından geliyor. Bu işe çok şaşırmış, hemen bir kadına yaklaşıp sormuş: 

-"Bu gördüğüm inanılmaz bir gelişme. Peki ama bu değişikliğin sebebi nedir?"

 Kuveyt'li kadın cevap vermiş: 

- "Mayınlar..." 

13 Aralık 2010 Pazartesi

GELİNCİK

Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın vardır, kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlamıştır. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz.

Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadın çocuğunu doğurur.
Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Bahçesinde küçücük bir bölüme ektiği sebzelerle hayatını sürdürmektedir.

Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa dikili sebzelerle ilgilenmek ve o gün ki yiyeceklerini koparmak üzere evden ayrılmak ve yavrusunu evde gelincik ile yalnız bırakmak zorunda kalır.

Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve döner. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Çocuğuna bir zarar verdi düşüncesi ile anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı.

Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir...

Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış yılanı görür. 

SERÇENİN GÜCÜ


Orman müthiş bir hızla yanarken küçücük bir serçe yakındaki gölden gagasına su alıp ormanın üzerine bırakıyor ve tekrar göle uçuyormuş. Ormanın yanışını çaresizlikle izleyen hayvanlardan biri alaycı bir tavır ile bağırmış:

-"Ne o, ormanı birkaç damla su ile mi söndüreceksin?"

Serçe cevap vermiş:

-"'Benim elimden gelen bu."

Ben ne yapabilirim demeyip olağanüstü bir durumda herkes ama bilinçli olarak elinden geleni yapmalı ve seyirci kalmamalı dır. 

ZENGİNLİK-FAKİRLİK

Günlerden bir gün zengin bir baba oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.
Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu,

-"insanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"

-"Evet!"

-"Ne öğrendin peki?"

-"Şunu öğrendim: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi,

-"Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!" 

AKREP VE KURBAĞA

Akrep bir gün yiyecek ararken bir nehrin kenarına gelmiş. Karşıya geçmek için bir yol ararken, bir kurbağa görmüş. Kurbağaya kendisini karşıya geçirip geçiremeyeceğini sormuş. Kurbağa:

-"Sen beni sokarsın!" diyerek, kabul etmemiş.

Akrep, kurbağaya söz vermiş onu sokmayacağına dair. Kurbağa da:

-"O halde çık sırtıma seni karşıya geçireyim" demiş.

Akrep kurbağanın sırtına çıkmış, nehrin yarısına geldiklerinde, akrep dayanamayıp kurbağayı sokmuş. Kurbağa son anlarında akrebe sormuş:

- “Hani beni sokmayacağına dair söz vermiştin! Şimdi ben ölüyorum, ben ölünce sen de boğularak öleceksin!”

Akrep de mahçup bir şekilde karşılık vermiş:

- “Ne yapayım kurbağa kardeş? Bu benim doğamda var!” 

YAĞMUR

Akşamüstü bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Evine gitmeye hazırlanan doktorun muayenehanesine telaşla giren adam:

- “Levent’te hastam var doktor, aracınız var mı? Hazırlansanız da bir an önce gitsek!” der.

Doktor çantasını alır. Aşağı inip doktorun otomobiline binerler. Yağmurda iyice arapsaçına dönen İstanbul trafiğine dalıp güç bela Levent’e gelirler.

Adam: 


- “Bir dakika!” diyerek iner,

Eve girip geri döner:

-“ Hastam iyi olmuş, doktor. Buyurun muayene ücretinizi.” der.

Doktor, aracından inerek, araba bulamadığı için kendisine bu oyunu oynayan şımarık zengine bir Osmanlı tokadı patlatır. 

7 Aralık 2010 Salı

BARMEN

Barmen, meslektaşından rica eder: 

-"Yarın kızımın okulunun yemeği var. Yerime sen bakar mısın?" 

-"Bakarım da ben senin müşterilerini tanımam ki kardeşim, ne isterler filan..." 


-"Merak etme, hiç zor değil. Özelliği olan sadece iki müşterim vardır, ikisi de sağır ve dilsizdir. Baş parmaklarını aşağı doğru gösterirlerse vodka karıştırarak bira verirsin, yukarı doğru gösterirlerse yalnızca bira, verirsin! Herhangi bir sorun çıkarsa da bana telefon edersin." 

Ertesi gün, arkadaşı barmeni telefonla arar: 

-"Alo, abi sorma başım dertte. Seninkiler geldi.Başparmaklarını aşağı gösterdiler, vodkalı bira verdim; yukarı gösterdiler, bira verdim. Bir hayli içtiler, şimdi ikisinin de ağzı bir karış açık, bara dayalı, bana bakarak uzun süredir öylece duruyorlar. Ne yapayım?" 


-"Tüh sana söylemeyi unuttum. Merak etme onlar sarhoş olunca bana şarkı söylemeye başlarlar."

KURBANA SAYMAK

Temel ramazan ayı içerisinde çayını kurutuyormuş, birden hava bozmuş, 

- "Allah'ım, ne olursun çayım kurumadan yağmurunu yağdurma daaa!" diye yakarmış. 


Çay kurudu kuruyacak derken, akşamüzeri bir fırtına, bir yağmur, bir şimşek; ortalık cehenneme dönmüş. Temel sağa koşmuş, sola koşmuş nafile. Çay perişan olduğu gibi birde düşen yıldırım ile ağaca bağlı eşek telef olmuş. 


Temel gökyüzüne doğru efkârlı, efkârlı bir sigara yakmış ve mırıldanmış; 


-"Ula eşşeğuda kurbana saymazsam şerefsuzum!"

HUYSUZ HERİF

Yaşlı çift arabaları ile seyahat ederken öğle yemeği için bir yol kenarı restoranında mola vermişler, daha sonra yollarına devam etmişler, hareket ettikten 40 dakika sonra yaşlı kadın gözlüğünü orada unuttuğunu fark etmiş, ilk buldukları kavşaktan geri dönmüşler, restorana varış süresince adam klasik bir “yaşlı canavar”a dönüşmüş, oflamış puflamış, bütün geri dönüş yolunu karısının burnundan getirmiş. 

Sonunda restorana gelmişler, kadın arabadan inip içeri doğru yürürken;

- “Heyy” demiş kocası, “Madem gözlüğünü alacaksın bari benim şapkamla kredi kartımı da isteyiver!”

ÇERNOBİL ELMASI

Pazarda satıcının biri; 

- “Elmaya geelll elmayaa.. Çernobilin elmaları bunlarrr!” diye bağırıyormuş. 

- “Deli misiniz?” diye sormuş kadının biri, “Çernobil’in elmalarını kim alır ki?” 

Satıcı;


- “Valla yenge yetiştiremiyorum” demiş “Kimi karısına, kimi kayınvalidesine alıyor, kalmıyor bile yani..!”

2 Aralık 2010 Perşembe

SEVGİ



Okulda birinci sınıf öğrencileri, bir aile fotoğrafı üzerinde tartışıyorlardı. Fotoğraftaki küçük çocuğun saç rengi ailenin öteki bireylerinin saç renginden değişikti.

Öğrencilerden biri o erkek çocuğunun belki de evlat edinilmiş olabileceğini söyledi. Onun bu sözünü duyan başka bir küçük kız öğrenci, birden sesini yükseltti;

- "Ben evlat edinme konusunda her şeyi bilirim, çünkü bende evlatlığım!"

Arkadaşı sordu;

- "Madem biliyorsun, bize de anlatsana... Evlat edinilmek ne demektir?"

Küçük kız öğrenci kendinden emin bir biçimde bilgisini özetledi; 


- "Annenin karnında değil, yüreğinde büyümüşsün demektir."  

Kaynak-İbret verici hikayeler

DUVAR

Kalp ve Damar Cerrahisi Hastahanesi! İki yatak ve hayat ile ölüm arasındaki çizgide yaşamdan yana kalmaya çalışan iki kalp hastası. Yataklardan biri pencere önünde, diğeri duvar dibinde.

Pencere kenarındaki sabahtan akşama kadar, pencereden dışarıya bakıp seyrettiklerini duvar dibinde bir şey görmeyen, aynı kaderi paylaşan hasta arkadaşına anlatıyor:

"-Bugün deniz dünden daha durgun, rüzgar hafif esiyor olmalı, beyaz yelkenliler denizde belli belirsiz ilerliyor, kuğu gibi süzülüyorlar, park mı? Ha, park henüz tenha, salıncakların ikisi dolu, ikisi boş. Bak! Bak! Geçen haftaki sevgililer yine geldiler. Hep el-eleler, bir sıraya oturdular. Gözlerini birbirlerinden ayırmıyorlar, erkek bilgiç tavırla birşeyler anlatıyor. Ne kadar da bir birlerine yakışıyorlar! Ah kardeşim görmelisin! Erguvanlar bugün çıldırmış, öyle bir çiçek açmışlar ki etraf mora boyanmış, erikler desen keza, tepeden tırnağa beyazlar giyinmiş, gelinler gibi. İşte parkın neşesi çocuklar geldi. Ellerinde rengarenk uçurtmalar, balonlar umutlarını göğe uçuruyorlar. Bugün martıların da keyfine diyecek yok, masmavi denizin üzerinde gösteri uçuşu yapıyorlar, arada bir suya şöyle bir dokunup günlük yiyeceklerini topluyorlar"

Bu böyle hergün sürüp giderken, her gördüğünü anlatıp dururken ansızın yeni bir kalp krizi geçirir pencere yanındaki adam.

Duvar dibindeki düğmeye bassa doktoru çağırabilir ve belkide arkadaşı kurtulabilir, ama, ama yapmıyor işte. Şeytan karışıyor işe.

Arkadaşı ölürse pencere kenarındaki yatak boşalacak ve kendisi oraya geçecek. Bugüne kadar kulaklarıyla duyduklarını gözleriyle de görecek .

Hemen duvar dibindeki, kolaylıkla ulaşabileceği düğmeye basmaz ve oda arkadaşı ölür. Ertesi gün duvar dibindekini yatağından pencere kenarındaki yatağa taşırlar.

Beklediği an gelmiştir artık. Yattığı yerden pencereden dışarıya bakar. A oda ne! Dışarıda kapkara bir duvar. 



Kaynak-İbret verici hikayeler

EVERST'in YENİLİŞİ

29 Mayıs 1953 tarihine kadar dünyanın en yüksek noktasına, Everest tepesine kimse tırmanamamıştı. Bunu ilk kez Edmund Hillary başardı. Hatta, bu başarısından ötürü kraliçe ona şövalye ünvanı verdi.

Hillary'nin Everest'e tırmanmasının hiç de kolay olmadığını, daha sonra kaleme aldığı High Advanture isimli kitabında anlattıklarından anlamak mümkün. Hillary,1952 yılında da Everest'e çıkma girişiminde bulunmuş, fakat bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Bu başarısız tırmanışın ardından İngiltere'de bir okul onu konuşma yapmak için davet etmişti. Anlatıldığına göre, başarısız denemesinden bahsettikten sonra, Edmund Hilary duvarda asılı büyük boy Everest fotoğrafına doğru bakmış, bir müddet hiç konuşmamıştı. Ardından, fotoğrafa doğru yürümüş, önünde durmuş, sonra yumruğunu hava da sıkıp bağırarak şöyle demişti:

-"Ey Everest! Beni bu ilk denememde yendin, bunu kabul ediyorum. Ama işimiz daha bitmedi. Yine geleceğim ve zirvene bu kez çıkacağım!"

Sonra kendisine şaşkın gözlerle bakan öğrencilere dönüp, bir yıl sonra ulaşacağı başarısının sırrını hemen açıklamıştı:

-"Arkadaşlar, beni mağlup ettiği için Everest büyük. Ama onun büyüklüğü hiç değişmiyor; benim inanç ve azmim ise her geçen gün büyüyor!"

Bir yıl sonra, Edmund Hilary, büyüyen inanç ve azminin meyvesi olarak, Everest'in zirvesine ilk ayak basan kişi olmayı başardı.

 
Kaynak-Doğaya Baş Kaldıranlar. 

KUYUYA DÜŞEN EŞEK


 
Günlerden bir gün, Aliağa’nın köylerinden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş. Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu! Düşmüş işte. Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü. Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm. 

Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. Ayıptır söylemesi, anırdı yani. 
Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü. Zavallı eşeği kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor. Üstelik yaralanmış. Üstelik de kuyu derin. Karşılaştığı bu durumdan, kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı. 

Ne yapsak, ne etsek, nasıl eşeği çıkarsak soruları havada kaldı. Sonunda karar veril di ki; bu eşeği, bu derin kuyudan kurtarmak için çalışmaya değmez. Tek çare, kuyuyu toprakla doldurmak. 

Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkelenerek dibe döktü. Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde, her an biraz daha yükseldi. Ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu. 

Köylüler ağzı açık bakakaldılar. 

Hayat bazen bizimde üzerimize abanır. Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur. Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlıklara doğru adım atmaktır ! 


Kaynak-Aliağa Expres. 

14 Kasım 2010 Pazar

2010 KURBAN BAYRAMI

KURBAN BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN FIKRA DOSTLARI

11 Ekim 2010 Pazartesi

MOTOR VE KALP

Dünyanın en ünlü kalp doktoru De Bakey'ın Mustang'i bozulmuş, arabasını tamire götürmüş. Tamirci arabasının kaputunu açmış ve De Bakey'e dönerek:

- "Size birşey soracağım neredeyse ben ve siz aynı işleri yapıyoruz. Mesela ben şimdi itina ile kaputu açacağım bir bakışta problemin nerde olduğunu anlayacağım, kapakçıkları temizleyeceğim, gerekirse kabloları, motor yağını değiştireceğim, hatta çok gerekli ise motoru çıkarıp yerine yenisini takacağım! Söylesenize nasıl oluyorda siz milyon dolarlar kazanıyorsunuz ama ben meteliğe kurşun atıyorum?"

Bunun üzerine De Bakey tamircinin kulağına eğilmiş ve şöyle demiş:

- "BUNLARIN HEPSİNİ MOTOR ÇALIŞIYORKEN YAPMAYI DENESENİZE!"

VERESİYE

Bektaşi ile bir hoca birlikte yola çıkmışlar, bir süre sonra hoca :

-"Namaz saati! demiş, başlamış kılmaya."

Rekat üstüne rekat, selam üstüne selam. Bektaşinin beklemekten canı sıkılmış, hoca namazı bitirince sormuş :

-"Yahu bu ne uzun namaz böyle?"

-"Kazaya kalmış namazlarım vardı, onları eda eyledim!"

Bektaşi :

-"Eh ben de bir namaz kılayım! demiş ve başlamış namaza."

Ama ne namaz, bitmiyor, sonunda hoca dayanamamış :

-"Erenler, senin namaz da uzun sürdü!"

-"Önümüzdeki haftanın namazını kıldım!"

Hoca şaşırmış :

-"Yahu olur mu böyle şey?"

Bektaşi gülmüş :

-"Yukarıdaki senin veresiyeni kabul ediyor da, benim peşinimi niye kabul etmesin?"

YAMYAM

Bir bankada 5 tane yamyam, programcı olarak görevlendirilirler. Müdürleri onlara hitaben:

- "Şimdi burada çalışabilirsiniz. Burada iyi para kazanabilirsiniz. Ama yemek yemek icin bankanın kafeteryasına gideceksiniz ve diğer çalışanları rahat bırakacaksınız" der.

Yamyamlar hiç bir çalışanı rahatsız etmeyeceklerine söz verirler. hafta sonra müdürleri gelir:

- "Çok iyi çalışıyorsunuz. Yalnız katınızdaki temizlikçi kız kayıp. Ona ne olduğunu biliyor musunuz?" diye sorar.

Yamyamların hepsi hayır derler ve bu işle hiç bir ilgilerinin olmadığını söylerler. Müdür gidince yamyamların şefi yamyamlara döner:

- "Aranızdan hangi maymun temizlikçi kızı yedi?" diye sorar.

En arkadaki yamyam alçak bir sesle cevap verir:

- "Ben yedim"

Bunun üzerine şef söyle cevap verir.

- "Ulan aptal! Biz 4 haftadır grup müdürleri, bölüm müdürleri, proje yöneticilerini yiyip duruyoruz ki kimse farkına varmasın diye, nasıl olsa onların bir işe yaradıkları yok senin durup dururken temizlikçi kızı yemen şart mıydı?!"

PARDON

Adam evine telefon acar, telefonu yabancı bir bayan acar.Adam karşıdaki sesi duyunca şaşırır, bayana sorar:

- "Sen kimsin?"

Kız cevaplar:

- "Evin hizmetçisiyim."

- "Iyi de bizim hizmetçimiz yok ki!"

- "Evin hanımı beni bu sabah işe aldi."

- "Ya. Öyle mi? Ben de evin beyiyim. Hanımı cağırır mısın?"

- "Hanımınız şu an yatak odasında kocası sandığım bir adamla beraber."

Adam şaşırır, sinirlenerek,

- "Elli bin dolar kazanmak istermisin?"

Kiz,

- "Tabii ki isterim.Kim istemez..."

- "O zaman çekmeçedeki silahı al, yukarı çıkıp o cadi ile o sümsük herifi vur!"

Once ayak sesleri duyulur, sonra iki el silah sesi. Hizmetçi telefona geri gelir:

- "Öldürdüm efendim, cesetleri ne yapayım?"

Adam,

- "Cesetleri havuza at."

Kadın duraklar:

- "Ama burada havuz yok ki?"

Adam bir süre düşünür ve cevap verir:

- "Orasi 112 43 44 değil mi?

- "Hayir!!!!!"

- "Pardon! Yanlış numarayı aramışım!!!!!"

IŞIĞI GÖREN

Adamın karısı hamileymiş.Bir gece yarısı sancılanmış.Çağırılan ebe tam doğuma başlarken elektrikler kesilmiş.Adamcağız mecburen fener tutarak doğuma yardımcı oluyormuş. Nihayet bebek sağlıkla doğmuş.
Ancak ebe bakmış bir bebek daha geliyor.Onu da doğurtmuş. Bitmemiş ardından bir tane daha.Adam derhal feneri söndürmüş.

Ebe;

-"Ne yaptın,yak şu feneri!"

-"Olmaz ebe hanım,baksana ışığı gören geliyor!"

İFLAS

Adam hanımına dert yandı;

-"İflas ettikten sonra arkadaşlarımın yarısı beni terketti."

-"Peki öbür yarısı?"

-"Onların daha haberi yok."

3 Ekim 2010 Pazar

ROMAN

Akıl hastanesinde bir deli, öteki deliye:

- "Ben bir roman yazdım, al oku; bakalım beğenecek misin, "demiş.

Ve kendisine kalınca bir kitap vermiş.Öteki deli, bir hafta boyunca okumuş romanı. Sonunda arkadaşı deliye:

- "Romanın çok ilginç, demiş; yalnız biraz kalabalık, çok isim var içinde."

Kitabı veren deli:

- "Al, demiş, ikinci cildini de oku."

Ve kalınca bir kitap daha vermiş. Yine aradan bir zaman geçmiş. Romanın ikinci cildini de alan deli:

-" Bunu da okudum, demiş; gerçekten çok ilginç ama, bu da çok kalabalık; çok isim var içinde."

O sırada akıl hastanesinin doktoru gelmiş üstlerine:

-" Verin bakayım, demiş, o telefon rehberlerini. Ne zaman aldınız bunları; ben de kaç gündür onları arıyordum"

PAPAĞAN VE SİHİRBAZ

Sihirbaz, Titaniğin salonlarından birinde her akşam gösteri yapmaktadır, mesleğinin de zirvesindedir. Ancak onun da baş edemediği bir sorunu vardır. Salonun köşesindeki Papağan, tam “ Ne Sihirdir Ne Keramet” noktasına gelindiğinde hilelerini tek tek açıklıyormuş.

-"Kartı gömleğinin yeninden içeri attı!"

Ya da:

-" O şapkanın içinde tavşan var!"! diye haykırıyor,

Gösterisinin içine ediyormuş o çirkin sesiyle. Sihirbaz fena halde kızıyor, bozuluyor ama kaptanın papağanı olduğundan dolayı da bir şey yapamıyormuş. Derken Titanik buzdağına çarpıp batınca, sihirbaz gemiden kopan bir kapının üzerine çıkarak kurtulmuş. Ertesi sabah gözlerini açınca ne görsün: Papağan da aynı kapının üzerinde sessizce kendine bakmakta, izlemektedir. Üç gün üç gece o kapının üzerinde öylece bakışmışlar. Ne sihirbaz bir şey söylemiş ne de papağan. Sonunda bu durumu papağan bozmuş:

-"Tamam, pes, gemiye ne yaptığını anlayamadım!"
Yaşlıca bir adam çok güzel bir kadınla mücevher dükkânına girer.
Adam satıcıya:

- "Çok güzel bir yüzük satın almak istiyoruz."

Satıcı vitrinden güzel bir yüzük çıkarır gösterir:

— "Bu yüzüğün bedeli 4000 $’dır efendim," diye gösterir.

İkili yüzüğe bakar ve yaşlı adam satıcıya;

- "Lütfen bana en iyi yüzüğünüzü gösterin!"

Satıcı içerdeki kasadan bol pırlantalı şahane bir yüzük getirir;

- "Bu dükkanımdaki en iyi yüzüğüm.. ve fiyatı 50 000 $ dır!"

Genç kadın heyecanla parmağına takar. Yaşlı adam cebinden çek defterini çıkarır 50 000 $ yazar ve açıklar:

-" Bugün; Cumartesi ve akşamüzeri, bankaların kapalı olduğunu biliyorum. Sizin karşılığı olup olmadığından emin olmak istediğinizi biliyorum. Çeki size bırakıyorum, Pazartesi sabahı bankama telefon edip çekin karşılığını aldıktan sonra, üzerinde yazılı olan telefonumdan beni arayın lütfen! Biz de gelip yüzüğü alırız.

Pazartesi sabahı mücevherci yaşlı adamı arar:

- "Sen benimle alay mı ediyorsun be adam? Hesabında hiç paran yokmuş!"

Yaşlı adam:

- Sen yüzüğü dükkânında sakla ve çeki yırt. Sana posta ile 100
$ gönderiyorum. Sayende şahane bir hafta sonu geçirdim...

ÇOCUK AKLI

Yedi yaşındaki küçük Abraham’ı bizdeki İmam Hatip Okul muadili olan Yahudi ilkokuluna yazdırırlar. Birinci haftanın sonunda yani cuma günü saat on ikide okul hafta sonu tatiline girince, eve döner.

Annesi sorar:

— "Abraham anlat bakalım bu hafta okulda ne öğrendiniz?"

— "Dinle anne, bu hafta Musa Peygamberi öğrendik."

— "Peki, anlatabilir misin?"

— "Musa Peygamber bir Mossad ajanıydı. Gördüğü eğitim sayesinde Mısır firavununun sarayına kimseye çaktırmadan girdi. Esir alınmış Yahudileri Kızıl denizin kenarına kadar kaçırmayı başardı. Denizi geçmek için bütün Yahudilere emir vererek yüzen köprüler kurdurdu ve Yahudiler Kızıldeniz’in doğusuna geçmeye başladılar. Tam geçerlerken General Firavun, bunları orduları ve zırhlı birlikleri ile takip etmeye başladı. Musa Peygamber cep telefonunu kullanıp Mossad'a haber verdi. Mossad İsrail hava kuvvetlerine bildirince hemen F-16’larla Fantom uçakları köprüye varan Mısır ordusunu ve tankları bombalamaya başladılar, Köprünün yarısına kadar gelmiş Mısır ordusu ve general Firavun denize düşerek boğuldular ve Yahudiler selametle karşı sahile geçtiler.

Annesi dehşetler içinde sorar.

— "Abraham, haham hocan cidden, gerçekten böyle mi anlattı?"

— "Anne tam olarak böyle anlatmadı, ama herifin tam olarak anlattığı şekilde sana anlatsam hepten inanmayacaksın!"

BAĞIMLILIK

Dün akşam otururken karıma dedim ki:

- "Ot gibi yaşamayı kesinlikle istemem!! Eğer bir gün makinelere ve bir şişeden sızacak olan bilmem ne sıvısına bağımlı olacak olursam, Lütfen!! Lütfen hiç tereddüt etme, hemen fişi çek olur mu?"

Karım yerinden kalktı. Laptopumu fişten çekti, Şarabımı çiçek saksılarından birinin dibine döktü ve çıkıp gitti.

8 Eylül 2010 Çarşamba

2 Eylül 2010 Perşembe

Yumurta

Rahmetli bestekar Selahattin Pınar bir yandan beste yaparken, diğer taraftan üç-beş kuruş kazanmak için bazı zengin çocuklarına musiki dersi verirmiş. Öğrencilerden biri bir gün,

- ''Hocam, sabahları aç karnına çiğ yumurta içmenin sesime çok faydası varmış. Ben bir haftadır bunu yapıyorum. Sesimdeki değişikliği fark ettiniz mi?'' diye sorar.

Selahattin Pınar,

- ''Oğlum", der.. "İç... Hiçbir zararı yoktur!''

Bir süre sonra oğlan,

- ''Hocam, annem de çiğ yumurta sayesinde sesimin çok güzelleştiğini söyledi. Siz de farkındasınız, elbette..''

Selahattin Pınar çaresiz... Bet sesli oğlanı atsa olmayacak, ekmek parası...

-''Oğlum.. der. Yumurtanın zararı yoktur... içebilirsin.. .'

Bir süre sonra oğlan yine aynı konuya girince, dayanamaz rahmetli...

-''Ulan, eşşek oğlum..." der. "Yumurtada keramet olsaydı, tavuk götü bülbül gibi öterdi!''

26 Ağustos 2010 Perşembe

Islanıyorum

İki sarışın, anahtarı içeride unuttukları için arabanın kapısını telle açmaya çalışırlar. Biri diğerine :
- Çabuk ol, yağmur başladı, ıslanıyorum" der. Diğeri bunun üzerine :
- Aptal sarışın dedikleri bu olsa gerek... Ne fark eder? İçerde de ıslanacaksın...
- Aaa hakkaten yaa. Bizim arabanın üstü açık...

Şemsiye

Yıllar önce İngiltere'de erler şemsiye kullanmazmış. Şemsiye taşıma hakkı sadece subaylara tanınıyormuş. O yıllarda bir gün genç teğmenlerden biri, koltuğunun altında bir şemsiye ile hızlı hızlı yürüyen eri görünce, beyninden vurulmuşa dönmüş.Eri çağırarak :

-"Bu ne küstahlık," demiş.

Ve şemsiyeyi aldığı gibi dizinde iki parça etmiş.

-"Bu sana bir ders olsun, bir daha böyle küstahlıklar yapma!"

Neye uğradığını anlamayan er :

-"Baş üstüne," diyerek selamı çakmış ve şöyle sormuş :

-"Teğmenim, beni az önce evine yollayan general şemsiyesini istediğinde kim kırdı diyeyim?"

Denetim

Genç yaşta emekli olan albay, evde sürekli oturmaktan, hanımıyla ağız dalaşına girmekten sıkılınca, bakkalına gider:

- "Sana ayda 200 lira para vereyim, bunun karşılığında seni her gün denetleyeyim!"der.

Teklifi cazip bulan bakkal, hem para kazanacağım hem de deneyimli bir albayın uyarısını, yardımını alacağım, diyerek hemen kabul eder. Emekli albay, ertesi gün sabah 08:00 den akşam mesai sonuna kadar bakkal dükkanını denetlemeye başlar. Bakkal bir gün bile geçmeden denetimden sıkılır, baş edemez duruma gelir..Dayanamaz:

- "Albayım, al 200 liranı, ben bu işten vazgeçtim!"diyerek anlaşmayı bozar.

Emekli albay, manav, kasap, kırtasiyeci derken tüm esnafa aynı teklifi yapar. Ancak bir süre sonra hepsi denetimden sıkılarak anlaşmayı bozar. Son olarak gittiği manifaturacı ile yıldızları barışır. Denetim işi aylar sürer. Çok güzel anlaşırlar. Manifaturacı albayın her isteğini “Baş üstüne” diyerek yerine getirir. Olanlara bir anlam veremeyen albay:

- "Yav arkadaş, bütün mahalle esnafı denetimden sıkıldı. Seninle gayet iyi çalışıyoruz. Nitekim bu başarımızın sana göre sırrı ne?"

Manifaturacı hazırola geçip:

- "Albayım, ben de emekli başçavuşum." der

Bisiklet


Afrika’nın bir köyüne misyoner olarak giden papaz, bir taraftan da yerlileri eğitmeye çalışmaktadır. Her sabah; insanların iyilik yapmalarını, birbirlerine karşı iyi davranmalarını, vs.. vaaz ederken, öğleden sonraları da kabilenin reisine, İngilizce öğretmeyi ihmal etmez.

Yine bir öğle sonrası Papaz ve Kabile Reisi dolaşmaya çıkar. Gördükleri her nesnenin önünde, papaz işaret eder, İngilizcesini söyler, reis de yineler. Bir kayanın önüne geldiklerinde, Papaz:

— "Kaya!"

Reis de:

— "Kaya!"

Bir göle gelirler.

Papaz:

— "Göl!"

Reis de:

— "Göl! "

Deyince, papaz çok sevinir ve "Bravo!” diyerek heyecanını gizleyemez.

Çok sürmez önlerindeki çalılıkların arasında sevişen bir çifte rastlarlar. Papaz biraz kızarmış ve biraz da yutkunarak:

— "Bisiklete binmek!" der.

Reis sevişenlere şöyle bir bakar ve tüfeği ile ateş eder, her ikisini de oracıkta öldürür.

Papaz şaşkınlık, biraz da panik içinde bağırır:

— "Ne yapıyorsun!. Bunca zamandır sizi medenileştirmek için uğraşıyorum, insanlara karşı iyi davranmanız gerekirdi, bunu özellikle Tanrı'nın istediğini anlattım. Şu yaptığın işe bak!"

Reis parmağı ile ölü kadını gösterir:"

— "Benim bisiklet!"

30 Temmuz 2010 Cuma

YAN FİTES:

Teyo pehlivan ihtilal dönneminde başından geçen bir olayı kahvede anlatır,

-" Ula, Ankara’da Kızılay’da ferrarimle dolaşırken birden önüme solcular çıktı tam geri fitese taktım gaçacam bahdım sağcılarda arkadan gelir.”

Dinleyenler sorar:

-"Teyo emi peki sen neyetdın "

Cevap hazır:

-“Gardaş baktım olacağı yok yan fitese tahdığım çimi yan yan elemi gaçiram.”

CLAY

Teyo'nun şöhreti Amerika'ya ulaşıp, gazeteler, televizyonlar hep ondan bahsetmeye başlayınca Clay ona meydan okur. Lafın kısası Teyo ile birlikte ringe çıkarlar.

- “Kılay, gara bir cırbağa. Dutiram dutiram yere çaliram. Ele oldu ki, dermansız dizlerime gapandi. “

- “Pehlüvan ben ettim sen etme, canimi bağışla.”

-"Dedim ki "ya kelmeyi şahadet getirisen ya canın alıram!" O sahat müslüman oldi."

GARGALAR:

Teyo Pehlivana sorarlar, amaç Teyo Pehlüvana takılmak.

- “Teyo bahasan bu Gargalar niye bele gara?”

Teyo Pehlivan'ın cevabı dünden hazır.:

- “Güneşe yakın uçduhlari üçün.”

TEYO İLE AYI:

Teyo Pehlivan kahvehanede oturmuş, Zafer Pehlivanın da kahvede olduğundan habersiz böbürlenerek anlatmaktadır.

-“Ola gardaş bir gün dağda gezirem, tamda böyük bir kayanın dibinde garşıma bir ayi çıhmasın! Ayı benim kibi üç var, ama heç isdifimi bozmadım. Ola Teyo dedim gendi gendime bir ayıdan mi gorhacağsan. Başladık ayiyinan güleşmiye. O beni alir yere vurir, sonra ben oni yerden yere vuriram, ne ayi pes edir, ne de ben pes diyirem. Aradan iki gün geçti, hele daha birbirimizin sırtını yere deydirmiş deyilih."

Herkes işin sonunu merakla beklerken Zafer Pehlivan sert bir şekilde çıkışır.

-"Ola Teyo, sora ne oldu?"

Zaferi gören Teyo lafı dolaştırır, ne dediğini, nerede kaldığını unutur ve noktayı koyar:

-"Nevolacah ola ayı beni yendi vıyh !”

BUZ:

Hasankale’de her yıl Temmuz ayında Karakucak güreşleri yapılır. Teyo’ya güreşçilerden birisi yaklaşarak:

- “Pehlivan senin güreşeceğin adamla ben de güreşeceğim. Onu biraz yor, der.”

Teyo:

- “Sen merak etme,” der ve “

Teyo rakibi ile güreşe başlar. Ama güreş başlar başlamaz rakibi Teyo’yu kaldırdığı gibi yere vurur. Biraz önce Teyo’yu uyaran güreşçi Teyo’ya:

- “Pehlivan ne oldi, çabuh pes etdin. “

- “Ne edim oğlum, ayağım buza geldi gaydım.” der.

İT BALIKLARI;

“Ağa Emerika'ya Kılay'nan güleşmiye çağırdılar. Haman Keveng'in gölüne bir dumdum Ağdenizden çıhdım. İki gulaçda Cebelitarığı geçdim. Ohyanusda yüzirem bir bahdım arhamdan "hav hav" sesleri... Bir de ne dönim ağa, it balıhlari! Beni epeyce guvaladılar, bahdım yoriliram, döndüm ve yaradana sığındım bir bağırarah oooooşşt dedim, hepsi savuşdular.”

GÖZİ:

Teyo Kore Harbindedir. Kurşunlar havada vızır vızır ederken: "Hele bahim nevolir?" der ve başını siperden çıkarır. Çıkarır çıkarmaz da bir kurşun kulağının dibinden "vız" diye geçer. Teyo sinirlenir:

- “İtoğluitler! Vula demillerçi atirih ama ya deger herıfın gözi kor olursa!"

BİRDE VAPUR:

Birgün gahvede oturiram,telefon çaldi. Pehlivan seni isdiller diye seslendiler. Gahdım bahdım, ariyan bizim Kars Valisi:

-Pehlivan Sarıkamış’da denize bir cip düştü! Biz uğraştık ama çıkaramadık. Buradakiler de “ bu cipi denizden çıkarsa çıkarsa Hasankale’li Teyo Pehlivan çıkarır. “Allahını seversen gel bize yardım et” diye yalvardi.

Bunun üzerine gahdım bindim ata. Gettim Sarigamış’a. Atladım denize, suya bir dumdum, cip suyun dibinde. Bir goluma cipi tahdım, öteki golumunan da gulaç atmaya başladım ve cipi sudan çığartdım. Ama gardaş cip bene çok ağır geldi. Tikkatli bahdım ne görim. Megerse cipe bir de vapur tahılmış.

30 Haziran 2010 Çarşamba

DİREKLER

Kurtuluş Savaşı yılları.. Doğu cephesi ile telefon görüşmesi
birden kesilir. Arıza ekibi Erzurum'dan yola çıkar kontrol ede
ede Teyo'nun tarlasına bir gelirler ki yüz elli telefon direği yerde,
Teyo hışımla ekin biçiyor.
- “Pehlİvan kolay gelsin de.. Direkler?”
- “Ola oğul cepheye gidecağam dedim ambu tarlayi da biçim ele gidim. Ferginde degilem demah tırpana denk gelmiş!”

YA BİZİM EVLER:

İsmet Paşa ile Çörçil poker oynamaktadır. Seyircileri de Teyo Pehlivan!
İsmet Paşa elindeki kartlara güvenerek:
- “Türkiye’ye”, dedi
Teyo hemen atıldı:
- Paşa neyidirsen?.. Ya Erzürüm.. Ya Hasangalasi?.. Ya bizim evler?!
Paşa utandi oynamahdan vaz geçti.

22 Mayıs 2010 Cumartesi

DEMİ MOORE ÖPÜŞÜMDEN TANIRMIŞ

Teyo Pehlivan anlatıyor:


-”Bir Gün galadan belediye otobüsüyle Amerikaya gidirem. Bir bağtım yolda Demi Moore’un arabasının tekeri patlamış. Neyse gardaş. İndim aşşaği, bir dekke sürmedi lastigi tamir ettim. Bunun üzerine Demi, beni yemeğe davet etti. Bende gıramadım getdım. Demi teşekkür için beni yanağımdan öpdi. Bende onu yanaklarından öpdüm. Demi, bir daha öper misen,dedi. Neyse bende birdaha öptüm. Demi bana, sen Doğulusun bir daha öp bakayım; bende öptüm. İkinci kez öptüğümde; Demi, seni tanır gibiyem, Ula sen Erzurumlu’san. Üçüncü öpüşümde Demi bu kez Vallahi ben seni tanıdım, Sen galali Teyo Pehlivansan,” dedi. ”Vallahi bende şaşırdım. Demi beni üçüncü öpüşte tanıdı.

HOSTESLERİ DÜŞÜNMÜŞ

Hasankale’de koyu bir sohbet var. Teyo Pehlivan da masada. O sıralarda bir iş için uçakla Ankara’ya gidecek olan biri Teyo Pehlivan’a takılarak :

- “Pehlivan gel seni de uçakla götüreyim.”

Teyo alaycı bir ifadeyle cevap verir:

- “ Oğlum, sen daha anan garnındayken ben uçağınan gezirdim, bak bir keresinde gine uçağa binmişem ele elimi de camdan çıkarmışam, bir baktımki bitene gartal, hemen elimi uzattım, yakaladım aldım gartalı içeri. Ola bi baktım, hostesler nasıl cıvılir, nasıl cıvılir. Neyse bende gorkutmiyim zavallı gızları dedim ve bıraktım gartali, uçtu.”

12 Nisan 2010 Pazartesi

YUNANİSTAN'DA


Terzi İbrahim Sezen usta anlatıyor:
Teyo Pehlivan bir ara dükkanıma gelmemeye başladı. Uzun bir aradan sonra dükkanına gelmişti. Pehlivan sen neredeydin? Neden uğramazdın bizlere? Teyo dedi ki;
-“Yunanistan’daydım.”
-“Ya öyle mi, ne işin vardı orada?”
Teyo:
-“Yeğenim oradaydı yanına gittim. Orada denize girdim. Bir de Yunanlı kızla tanıştım. Kız bana Yunanca ismimi sordu. Dedim ki ben Hasankaleli Teyo Pehlivan. Herkes beni tanır. Ben de ona Yunanca sordum ki, senin ismin ne? Kız bana dedi ki, Benim adım Hadice!”
-"Ula Teyo, orada Hatice ne arar?"
-"Niye ola oğlum aralar da bizim değilmiydi?"

ATICI TEYO

Teyo yine bir gün heyecanla anlatmaktadır:

-”Rahmetli Atatürk, İsmet İnönü birde ben Suriye sınırına ava gettik, elimizde mavzerler var, birde ne görim havada bir bölük durna dönüp durir, hemen nişan aldığ ilkin Kemal Atatürk ateş etti, ama vuramadi, sonra İnöni atdi oda vuramadi, ben elime mavzeri alıp ya Allah Bismillah diyip tetige toğundum, birde bağdım bir bölik durna ayağımın dibine düşti, hemen Kemal Atatürk yanıma gelip sırtımı sıvazladi:

- "Aferim Teyo eyi atıcıymışsan" dedi.

BEN NE BÜLİM

Teyo pehlivan, Hasankale’de düzenlenen bir resmi güreşe çıkar. Rakibi İlçe dışından biridir, yabancı pehlivan bizimkini yener, hakem Hasankale’li olduğundan taraf tutar yenilgiyi saymaz. Tekrar güreşirler yabancı pehlivan tekrar yener. Bu kez yan hakemler kabul etmezler. Yabancı pehlivan bu duruma kızar, tuttuğu gibi bizimkini öyle bir yere çalar ki , iki omuzu yerde olan Teyo pehlivanın birde göğsüne oturarak der ki:

-“Şimdide mi yenilmedin?”

Teyo gayet pişkin cevap verir:

-“Ben ne bülim ula onnara sor!”