– Nereye böyle dostum?
Arkasına döndü. Beni görünce, yüzünde tatlı bir tebessüm belirdi:
– Özünü mene Hüdâ gönderüptür. Hoş gelmişsen ağa, dedi. Men de gedirem bir gassa almaklığa.
– Kasa mı alacaksın?
– Belî! Özün de menimle bile gelsen ki meni aldatmıyalar.
Nasılsa, hiçbir işim yoktu. Birlikte yürüye yürüye, o civarda demir kasalar satan bir Musevinin mağazasına gittik. Mağazanın sahibi Yumtov Efendi, Meşhedi’yi tanıyormuş. Çok kullanılmış piyano tuşlarına benzeyen sapsarı dişlerini meydana çıkaran bir tebessümle bizi karşıladı:
– Maşalla Cafer Ağa! Sefa yeldin! Angi ruzyar esti da bizi hatirladin? Soyle bakalum, ne yibi bir emrin var?
Meşhedi, gayet sağlam, aynı zamanda ucuz bir kasaya ihtiyacı olduğunu söyleyince, Yumtov Efendi:
– Nâ! Oyleysam bunu al!…
Diye orada duran külüstür, eski tarzda, çivili bir kasa gösterdi. Meşhedi dudak büküyor, beğenmediğini anlatmak istiyordu.
Yumtov Efendi, ballandıra ballandıra, malını senâ etmeğe başladı:
– Bu kasayı yordun mi? Bu, en sağlam İnyiliz malidir, haliz, mufliz! Ateştan da korkusu yok… Bunun tecrübesini Londra’da yaptılar. İçerisine uç tane canlı horoz koymuşlar, sonra kasayı kapamışlar, uç katlı bir evda vermişler ateşi… Kır sekiz saat yanmış. Bir da çıkarmışlar kasayı, açmışlar kapisini… Ne yorsünler?
– Horozlar pişmişti?
– Ne bişti be? Ne soyluyorsun? Bişti olur mu? Uçu da sağ, başlamışlar utmeye!… He!
Meşhedi her zamanki müstehzi tavrıyle gülümsemeğe başlamıştı.
– Hey peder suhte! dedi; mene bu hikâyeti ne diye söyliyirsen? Menim Eyran’da (İran’da) bir gassam var idi. Anın içine beyle üç tene horos goyup, seççiz cun furunda yahmişem… Sonra gappısın açmışem.
Yumtov Efendi sordu:
– Ey! Horoz uttu mu?
– Yoh! Hemmisi soguhtan mürd olmuştu!… (Hepsi soğuktan ölmüştü.)
Kaynak:Ercüment (Ercümend) Ekrem Talû