5 Mart 2019 Salı

MEŞHEDİ'NİN KESERİ

Meşhedi Cafer yine İstanbul’a gelmiş. Bir kadim dostuyla Haliç’teki kahvehanelerden birinde nargileleri ateşlemişler ve sohbet ediyorlar. Cafer yine İran’ı ve onun zenginliklerinin sembolü olan Şah’ı methediyor, “Şehin Şah eyle bir seray yaptırmıştır kim, duvarları pembe mermerdendir. Kubbeleri altın kaplanmıştır. Kapı tokmakları billurdandır! Yerleri ipek Esfehan, Tebriz halıları ile bezenmiştir!” 

Arkadaşı, bıyık altından gülümseme ile, “Eee başka!?” Meşhedi palavralarının büyüsüne kapılmış, dalga geçildiğinin farkında değil, “Sarayın tavanları eyle yüskek, eyle ziyade katı vardır ki, çatıda çalışan marangoz keserini düşürmüştür. O çekiç el an düşmekte.... hala yere ulşabilmemiştir!”

Bizimkinin sabrı taşar, “Meşhedi, bizim Sultan’ın Bahçıvancıbaşı’sı sarayın bahçesine bir bostan patlıcanı ekmiştir. Patlıcan ikinci gün sürmüş, bostandan dışarı büyümüş, Sarayburnu’ndan Üsküdar’a geçmiş! Üsküdar’dan Kartal’a, Pendik’e uzanmış! Pendik’i de geçmiş Eskişehir’e ulaşmış, oradan Ankara, Sıvas’ı aşıp Van’a varmış! Şimdi sınırı geçip Tebriz’e...” deyince Meşhedi, “Bre insaf! Badılcan handeyse Tehran’a ulaşacak!” diyecek olmuş.

İşte o zaman İstanbullu, “Bak Meşhedi” demiş, “Ya sen o meret keseri bir an evvel yere indirirsin ya da ben o bostan patlıcanının ucunu getirip senin Şehinşah’ının burnunun deliğinden içeri tıkarım!”

Kaynak:Ercüment (Ercümend) Ekrem Talû