İBRET VERİCİ FIKRALAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
İBRET VERİCİ FIKRALAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

1 Haziran 2022 Çarşamba

MEVZUAT


Orta kademe bir bürokrat görevli olarak şehir'den kasaba'ya doğru gidiyormuş.Yol üstünde, sulak ama bataklık bir yerde mola vermiş,  arabasından inerek biraz yürümek istemiş. Nasıl olmuşsa ayağı kayıp bataklığa düşmüş.

-"İmdat, boğuluyorum. Kurtarın beni!" diye bağırmış.

O civardan geçen bir köylü, sesini duyup yaklaşmış. 

Bürokrat;

-"Bataklığa düştüm, kurtar beni!" demiş.

Köylü;

- "Geçmiş olsun" demiş.

Ama kurtarmak için hiç gayret göstermemiş. Hani nerdeyse dönüp gidecek. Bürokrat paniklemiş ister istemez,

-"Lütfen" diye yalvarmış, bir dal uzat. Kurtar beni!"

Köylü, 

-"Olmaz, sen şu anda Hazine toprakları üzerindesin. Hazine malından bir şey almak suçtur!"

-"Sen, dalga mı geçiyorsun" diye bağırmış ağzına dolan çamurlarla bürokrat "Ölüyorum. Kurtar beni!"

Köylü hiç istifini bozmadan cevap vermiş.

-"Ben Hazine'den mal alıp suçlu duruma düşemem. Fakat, seni böyle bırakacak değilim. Gidip muhtara haber vereceğim. O kaymakama, kaymakam da valiyi arar mutlaka. Mal müdürüne talimat verilir. Şayet, Hazine arazisi değilse, İtfaiyeye talimat verir ve seni kurtarırlar..."

-"Yahu" demiş bürokrat, Bunlar oluncaya kadar ben ölürüm."

Köylü gülmüş. 

-"Ben ölmezsin demiyorum ki,  Ölsen de, mevzuata uygun ölürsün!"

14 Ekim 2020 Çarşamba

YA ŞEMSİYEMİ PAYLAŞMASAYDIM

 


Adamın biri yaz günü yolda yürürken şiddetli bir yağmura yakalanmış. Gök delinmiş, boşaldıkça boşalıyor. Yolda da altına sığınacak ne bir ağaç ne bir dam var.

Bu arada arkasından gelen birisi haline acımış ve şemsiyesinin altına davet etmiş. Adam nasıl teşekkür edeceğini bilememiş ve şemsiyenin altına sığınarak sırılsıklam olmaktan kurtulmuş. Biraz sonra yağmur dinmiş ve şemsiyenin altından çıkmış. Yol boyunca şemsiyenin sahibi sürekli olarak;

-" Şemsiyemi paylaşmasaydım halin haraptı, yanıma sokulmasaydın halin haraptı” diye konuşmuş durmuş.

 Adam her seferinde teşekkür etmesine rağmen öbürü sürekli başına kakmış durmuş. Adamın sabrı taşmaya başlamış, bir su birikintisinden geçerken birikintinin içine yatmış, yuvarlanmış ve bağırmış.;

- “Ulan, şemsiyenin altına almasaydın bundan daha beter ıslanmazdım ya.”

9 Mayıs 2019 Perşembe

AKILLI İNSAN


Ortacağda bir filozofa sorulmuş;

-'Bir insanın akıl seviyesini nasıl anlarsınız?''

Filozof;

-''Konuşmasından.'' diye cevap vermiş.

- ''Ya hiç konuşmazsa?'' demişler;

- ''O kadar akıllı insan yoktur ki!'' diye cevaplamış.

6 Aralık 2018 Perşembe

HALİL İBRAHİM BEREKETİ

Dünya ve insanlar bozulmadan önce iki kardeş varmış. Büyüğü Halil, küçüğü ise İbrahim. 
Halil, evli çocuklu. İbrahim ise bekârmış. Ortak bir tarlaları varmış iki kardeşin, ne mahsul çıkarsa, iki pay ederlermiş ve bununla geçinip giderlermiş.

Bir yıl, yine harman yapmışlar buğdayı, ikiye ayırmışlar iş kalmış taşımaya.

Halil:

-"İbrahim kardeşim ben gidip çuvalları getireyim, sen buğdayı bekle.

-"Peki, abi demiş."  İbrahim.

Ve Halil gitmiş çuval getirmeye, O gidince, düşünmüş İbrahim:  "Abim evli, çocuklu. Daha çok buğday lazım onun evine!" Kendi payından bir miktar atmış onunkine. 

Az sonra Halil çıkagelmiş;

-"Haydi İbrahim,  önce sen doldur da taşı ambara." demiş

İbrahim, kendi yığınından bir çuval doldurup ambara girmiş. O gidince, Halil düşünmüş bu defa: "Çok şükür, ben evliyim, kurulu bir düzenim de var. Ama kardeşim bekâr. O daha çalışıp, para biriktirecek. Ev kurup evlenecek." Kardeşi ambardan çıkmadan kendi payından atar onunkine birkaç kürek. Velhasıl, biri gittiğinde, öbürü, kendi payından atar onunkine. Bu, böyle sürüp gider. Ama birbirlerinden habersizdirler. Nihayet akşam olur. Karanlık basar. Görürler ki, bitmiyor buğdaylar. Hatta azalmıyor bile.

Bugün "Bereket" denilince, bu kardeşler akla gelir. Bu bereketin adı: Halil İbrahim bereketidir .

19 Temmuz 2018 Perşembe

YALNIZLIK

 
Adam ağaç altında dalıp gitmişti, onun hayal alemindeki tefekkürünü izleyen meraklı  biri sordu:

-"Dalmış gitmişsin, kimin kimsen yok mu, yalnızmısın?"

Daldığı alemden ayrılmak zorunda kalan adam:

-"Asıl şimdi yalnız kaldım." diye sinirli bir şekilde cevapladı.

7 Ekim 2016 Cuma

TARTI


Yaşlı adamın eşi evde tereyağ yapıyor kendiside hergün yakınlarındaki bakkala götürüp satıyor, onunla geçiniyorlardı. Bakkal,adamın getirdiği tereyağını hiç tartmıyordu. Ancak birgün kuşkulanarak, adam gittikten sonra tereyağını tartıya koydu. 900 gram olduğunu görünce çok öfkelendi. Ertesi sabah yaşlı adam elinde tereyağıyla içeri girdi, bakkal sert bakışlarıyla bir daha senden tereyağı almayacağım dedi. Yaşlı adam üzülerek;

-"Efendim bir yanlışım mı oldu?" diye sordu.

Bakkal,efendi;

-"Senin bana getirdiğin tereyağını tarttım 900 gram geldi ayıp değil mi bu yaptığın!" dedi.

Yaşlı adam utanarak başını öne eğdi ve;

-"Efendim bizim gramlarımız yok, sizden bir kilo şeker almıştım, gram olarak terazide onu kullanıyoruz." dedi.

Bakkal utancından ne yapacağını şaşırdı.

16 Eylül 2014 Salı

KAVAK AĞACI İLE KABAK

Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki, kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa:

- "Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç?"

- "On yılda," demiş kavak.

- "On yılda mı?" Diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak.

- "Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim bak!"

- "Doğru," demiş kavak.

Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa:

- "Neler oluyor bana ağaç?"

- "Ölüyorsun,"demiş kavak.

- "Niçin?"

- "Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın
için."

22 Mart 2011 Salı

İNSAN GÖRÜNÜMÜNDEKİ TİLKİLERE İTHAFTIR!


 Bir gün tilki ormanda tek başına gezerken ağaca asılmış bir parça et görür. Etin yanına yaklaşarak incelemeye başlar ve etin arasına gizlenmiş bir bomba görür. Ete hiç dokunmadan 10-15 metre kenara çekilerek uzanır ve beklemeye başlar. Biraz sonra kurt çıkagelir ve eti görür, şöyle bir sağa sola bakınırken tilkiyi görür ve sorar:


- "Eti görmüyor musun?"


 Tilki:


- "Gördüm görmesine de ben orucum." der. 


Kurt:


- "Ben yiyebilir miyim o zaman?" diye sorar. 


Tilki:


- "Buyur ye, afiyet olsun!" der. 


Kurt eti ısırmasıyla bombanın patlaması bir olur ve  ağır yaralı bir şekilde 8-10 metre ileriye sürüklenir. 


Tilki bulunduğu yerden kalkarak etin yanına gider ve başlar yemeye. Buna dayanamayan kurt sorar: 


-"Hani sen oruç tutuyordun?" 


Tilki: 


-"Top atıldı duymadın mı?" der. 

25 Şubat 2011 Cuma

HİÇÇÇÇÇÇÇÇÇÇÇÇÇÇÇ

Nasreddin Hoca’ya sormuşlar:

- “Kimsin?”

-“Hiç” demiş Hoca, “hiç kimseyim.”

Dudak bükülüp önemsenmediğini görünce, sormuş Hoca:

- “Sen kimsin?”

-“Mutasarrıf”ım demiş adam kabara kabara.

-“Sonra ne olacaksın?” diye sormuş Nasreddin Hoca.

-“Herhalde vali olurum” diye cevaplamış adam...

-“Daha sonra?..” diye üstelemiş Hoca.

-“Vezir” demiş adam.

-“Daha daha sonra ne olacaksın?”

-“Bir ihtimal sadrazam olabilirim.”

-“Peki ondan sonra?”

Artık makam kalmadığı için adam boynunu büküp;

- “Hiiiç.” Demiş

-“Daha niye kabarıyorsun be adam, demiş Hoca.. ben şimdiden, senin yıllar sonra gelebileceğin makamdayım; ‘hiçlik makamı’ında

4 Ocak 2011 Salı

KAHİN

Ünlü ve zengin kadının İçi sıkılıyordu; anlayamadığı bir nedenle çok huzursuzdu. En iyisi ona gitmekti. Kendisine o yardımcı olabilirdi. Telefon açtı ülkenin en ünlü kahinine. 


-''İmkansız, tam çıkmak üzereydim!'' dedi kahin. 


-'lütfen!'' dedi kadın kendisini kıramayacagını düşünerek. 


Çok zengindi kadın, ülkenin en zenginlerinden. Doğa üstü güçlere inanırdı ve kahinin müdavimlerindendi. Tabii ki kahin böyle iyi bir müşteriyi kıramamıştı. Karşılıklı oturuyorlardı. 


Önlerindeki küreye baktı kahin; kaşları çatıldı, gözbebekleri büyüdü, alt dudagı düştü, kafasını kaldırıp ona baktı; 


- ''Çok üzgünüm!'' dedi. Bir an için duraksadı, belli ki söylemek istemiyordu. 


-''Ne'' dedi kadın ısrarla. 


Kahin; 


-''Kürede yarını göremiyorum!'' dedi. 


Yıkılmıştı kadın. Medyum bugüne kadar hiç yanılmamıştı. Yarın olmadığına göre bu gece ölecekti. Ne yapmalıydı? Evine gitti; vasiyetini yazdı ve biraz televizyon izledi. Uykusu gelmişti. Son gecesiydi ve ne yapacagını bilmiyordu. En iyisi uyumaktı. Böylece uyurken hiçbirşey hissetmezdi. Yatağına uzandı, gözlerini kapattı ve derin bir uykuya daldı. 


Uyandığında güneş yeni doğmuştu, kuş sesleri geliyordu. ''Cennette miyim?'' diye düşündü. Herşey gece bıraktığı gibiydi. Kalktı; sabahlığını giydi ve salona indi. Herşey normal gözüküyordu. Kahin bu kez yanılmış mıydı acaba? Kapıdaki gazeteyi aldı ve gözü bi habere ilişti. Manşette şöyle yazıyordu: ''Ünlü kahin öldü.'' 

3 Ocak 2011 Pazartesi

SULTAN'IN MEMELERİ




Pala, uzak doğuda Derebeyi saraylarından birinde  hizmetkarmış. Yıllardır Sultan'ı görür ve onun göğüslerine hayran olurmuş. Artık bir saplantı halini almış onda sultanın göğüslerine dokunmak. Tüm cesaretini toplayıp, Harem Ağası'na açılmış.

- "Bana Sultan'ın göğüslerini koklat. Ömür boyu biriktirdiğim bin altın senin olsun!" demiş.

Harem Ağası'nın aklı yatmış bu karlı işe. Kenar mahallelerde tanıdığı bir simyacı-büyücü karışımı bir kadın varmış. Ona gidip bir losyon hazırlatmış ve bu losyonu, Sultan'ın o gün banyodan sonra kullanacağı havluya iyice sürmüş. Sultan çıplak tenine havluyu sürünce, losyon etkisini hemen göstermiş. Göğüsleri yangın yeri gibi yanmaya başlamış. Saray doktorları merhemlerle, ilaçlarla çare bulamamışlar. Sultan acıdan, kaşıntıdan, yanmadan ölecek. Harem Ağası ortaya çıkmış ve Derebeyine;


- "Saray hizmetkârlarından Pala, derdinize derman olabilir. Onun salyası, her şeye iyi geliyor. Tek çare, Pala'nın dili. Sultanımızı ancak o kurtarır, eğer siz izin verirseniz," demiş.

Derebeyi çaresiz, çağırmış Pala'yı Harem'e. Pala, bir saate yakın Sultan'la yalnız kalıp muradına ermiş. Ne var ki söz verdiği halde, 1000 altını Harem Ağası'na vermeye yanaşmamış.

- "Bu olayı açıklarsan, ikimizin de kellesi gider. Bunu göze alamazsın. Hadi bakalım, çek arabanı!" demiş.

Harem Ağası çok kızmış. Öyle kızmış ki; ertesi gün, aynı yakıcı losyonu Derebeyi'nin banyodan sonra giyeceği donuna iki kat sürmüş. Sonra Pala'yı çağırtmış.


-"Derebeyi'nin kaşıntısı varmış, seni emretti!"

13 Aralık 2010 Pazartesi

GELİNCİK

Uzaklarda bir köyde, kocası, çocuğu doğmadan ölmüş, tek başına yaşayan hamile bir kadın vardır, kendisine arkadaş olması için dağda yaralı olarak bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlamıştır. Gelincik kadının yanından bir an bile ayrılmaz.

Her ne kadar evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır. Bir kaç ay sonra kadın çocuğunu doğurur.
Tek başına tüm zorluklara göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Bahçesinde küçücük bir bölüme ektiği sebzelerle hayatını sürdürmektedir.

Günler geçer ve kadın bir gün birkaç dakikalığına da olsa dikili sebzelerle ilgilenmek ve o gün ki yiyeceklerini koparmak üzere evden ayrılmak ve yavrusunu evde gelincik ile yalnız bırakmak zorunda kalır.

Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır. Aradan biraz zaman geçer ve anne eve döner. Gelinciği ve kanlı ağzını görür. Çocuğuna bir zarar verdi düşüncesi ile anne çıldırmışçasına gelinciğe saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı.

Tam o sırada içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya yönelir...

Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve bebeğin yanında duran parçalanmış yılanı görür. 

SERÇENİN GÜCÜ


Orman müthiş bir hızla yanarken küçücük bir serçe yakındaki gölden gagasına su alıp ormanın üzerine bırakıyor ve tekrar göle uçuyormuş. Ormanın yanışını çaresizlikle izleyen hayvanlardan biri alaycı bir tavır ile bağırmış:

-"Ne o, ormanı birkaç damla su ile mi söndüreceksin?"

Serçe cevap vermiş:

-"'Benim elimden gelen bu."

Ben ne yapabilirim demeyip olağanüstü bir durumda herkes ama bilinçli olarak elinden geleni yapmalı ve seyirci kalmamalı dır. 

ZENGİNLİK-FAKİRLİK

Günlerden bir gün zengin bir baba oğlunu köye götürdü. Bu yolculuğun tek amacı vardı, insanların ne kadar fakir olabileceklerini oğluna göstermek. Çok fakir bir ailenin çiftliğinde bir gece ve gün geçirdiler.
Yolculuktan döndüklerinde baba oğluna sordu,

-"insanların ne kadar fakir olabildiklerini gördün mü?"

-"Evet!"

-"Ne öğrendin peki?"

-"Şunu öğrendim: bizim evde bir köpeğimiz var, onlarınsa dört. Bizim bahçenin ortasına kadar uzanan bir havuzumuz var, onlarınsa sonu olmayan bir dereleri. Bizim bahçemizde ithal lambalar var, onlarınsa yıldızları. Bizim görüş alanımız ön avluya kadar, onlarsa bütün bir ufku görüyorlar."

Oğlu sözünü bitirdiğinde babası söyleyecek bir şey bulamadı. Oğlu ekledi,

-"Teşekkür ederim baba, ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için!" 

AKREP VE KURBAĞA

Akrep bir gün yiyecek ararken bir nehrin kenarına gelmiş. Karşıya geçmek için bir yol ararken, bir kurbağa görmüş. Kurbağaya kendisini karşıya geçirip geçiremeyeceğini sormuş. Kurbağa:

-"Sen beni sokarsın!" diyerek, kabul etmemiş.

Akrep, kurbağaya söz vermiş onu sokmayacağına dair. Kurbağa da:

-"O halde çık sırtıma seni karşıya geçireyim" demiş.

Akrep kurbağanın sırtına çıkmış, nehrin yarısına geldiklerinde, akrep dayanamayıp kurbağayı sokmuş. Kurbağa son anlarında akrebe sormuş:

- “Hani beni sokmayacağına dair söz vermiştin! Şimdi ben ölüyorum, ben ölünce sen de boğularak öleceksin!”

Akrep de mahçup bir şekilde karşılık vermiş:

- “Ne yapayım kurbağa kardeş? Bu benim doğamda var!” 

YAĞMUR

Akşamüstü bardaktan boşanırcasına yağmur başladı. Evine gitmeye hazırlanan doktorun muayenehanesine telaşla giren adam:

- “Levent’te hastam var doktor, aracınız var mı? Hazırlansanız da bir an önce gitsek!” der.

Doktor çantasını alır. Aşağı inip doktorun otomobiline binerler. Yağmurda iyice arapsaçına dönen İstanbul trafiğine dalıp güç bela Levent’e gelirler.

Adam: 


- “Bir dakika!” diyerek iner,

Eve girip geri döner:

-“ Hastam iyi olmuş, doktor. Buyurun muayene ücretinizi.” der.

Doktor, aracından inerek, araba bulamadığı için kendisine bu oyunu oynayan şımarık zengine bir Osmanlı tokadı patlatır. 

2 Aralık 2010 Perşembe

SEVGİ



Okulda birinci sınıf öğrencileri, bir aile fotoğrafı üzerinde tartışıyorlardı. Fotoğraftaki küçük çocuğun saç rengi ailenin öteki bireylerinin saç renginden değişikti.

Öğrencilerden biri o erkek çocuğunun belki de evlat edinilmiş olabileceğini söyledi. Onun bu sözünü duyan başka bir küçük kız öğrenci, birden sesini yükseltti;

- "Ben evlat edinme konusunda her şeyi bilirim, çünkü bende evlatlığım!"

Arkadaşı sordu;

- "Madem biliyorsun, bize de anlatsana... Evlat edinilmek ne demektir?"

Küçük kız öğrenci kendinden emin bir biçimde bilgisini özetledi; 


- "Annenin karnında değil, yüreğinde büyümüşsün demektir."  

Kaynak-İbret verici hikayeler

DUVAR

Kalp ve Damar Cerrahisi Hastahanesi! İki yatak ve hayat ile ölüm arasındaki çizgide yaşamdan yana kalmaya çalışan iki kalp hastası. Yataklardan biri pencere önünde, diğeri duvar dibinde.

Pencere kenarındaki sabahtan akşama kadar, pencereden dışarıya bakıp seyrettiklerini duvar dibinde bir şey görmeyen, aynı kaderi paylaşan hasta arkadaşına anlatıyor:

"-Bugün deniz dünden daha durgun, rüzgar hafif esiyor olmalı, beyaz yelkenliler denizde belli belirsiz ilerliyor, kuğu gibi süzülüyorlar, park mı? Ha, park henüz tenha, salıncakların ikisi dolu, ikisi boş. Bak! Bak! Geçen haftaki sevgililer yine geldiler. Hep el-eleler, bir sıraya oturdular. Gözlerini birbirlerinden ayırmıyorlar, erkek bilgiç tavırla birşeyler anlatıyor. Ne kadar da bir birlerine yakışıyorlar! Ah kardeşim görmelisin! Erguvanlar bugün çıldırmış, öyle bir çiçek açmışlar ki etraf mora boyanmış, erikler desen keza, tepeden tırnağa beyazlar giyinmiş, gelinler gibi. İşte parkın neşesi çocuklar geldi. Ellerinde rengarenk uçurtmalar, balonlar umutlarını göğe uçuruyorlar. Bugün martıların da keyfine diyecek yok, masmavi denizin üzerinde gösteri uçuşu yapıyorlar, arada bir suya şöyle bir dokunup günlük yiyeceklerini topluyorlar"

Bu böyle hergün sürüp giderken, her gördüğünü anlatıp dururken ansızın yeni bir kalp krizi geçirir pencere yanındaki adam.

Duvar dibindeki düğmeye bassa doktoru çağırabilir ve belkide arkadaşı kurtulabilir, ama, ama yapmıyor işte. Şeytan karışıyor işe.

Arkadaşı ölürse pencere kenarındaki yatak boşalacak ve kendisi oraya geçecek. Bugüne kadar kulaklarıyla duyduklarını gözleriyle de görecek .

Hemen duvar dibindeki, kolaylıkla ulaşabileceği düğmeye basmaz ve oda arkadaşı ölür. Ertesi gün duvar dibindekini yatağından pencere kenarındaki yatağa taşırlar.

Beklediği an gelmiştir artık. Yattığı yerden pencereden dışarıya bakar. A oda ne! Dışarıda kapkara bir duvar. 



Kaynak-İbret verici hikayeler

EVERST'in YENİLİŞİ

29 Mayıs 1953 tarihine kadar dünyanın en yüksek noktasına, Everest tepesine kimse tırmanamamıştı. Bunu ilk kez Edmund Hillary başardı. Hatta, bu başarısından ötürü kraliçe ona şövalye ünvanı verdi.

Hillary'nin Everest'e tırmanmasının hiç de kolay olmadığını, daha sonra kaleme aldığı High Advanture isimli kitabında anlattıklarından anlamak mümkün. Hillary,1952 yılında da Everest'e çıkma girişiminde bulunmuş, fakat bu girişimi başarısızlıkla sonuçlanmıştı.

Bu başarısız tırmanışın ardından İngiltere'de bir okul onu konuşma yapmak için davet etmişti. Anlatıldığına göre, başarısız denemesinden bahsettikten sonra, Edmund Hilary duvarda asılı büyük boy Everest fotoğrafına doğru bakmış, bir müddet hiç konuşmamıştı. Ardından, fotoğrafa doğru yürümüş, önünde durmuş, sonra yumruğunu hava da sıkıp bağırarak şöyle demişti:

-"Ey Everest! Beni bu ilk denememde yendin, bunu kabul ediyorum. Ama işimiz daha bitmedi. Yine geleceğim ve zirvene bu kez çıkacağım!"

Sonra kendisine şaşkın gözlerle bakan öğrencilere dönüp, bir yıl sonra ulaşacağı başarısının sırrını hemen açıklamıştı:

-"Arkadaşlar, beni mağlup ettiği için Everest büyük. Ama onun büyüklüğü hiç değişmiyor; benim inanç ve azmim ise her geçen gün büyüyor!"

Bir yıl sonra, Edmund Hilary, büyüyen inanç ve azminin meyvesi olarak, Everest'in zirvesine ilk ayak basan kişi olmayı başardı.

 
Kaynak-Doğaya Baş Kaldıranlar. 

KUYUYA DÜŞEN EŞEK


 
Günlerden bir gün, Aliağa’nın köylerinden birinde, adamın birinin eşeği, kuyunun birine düşmüş. Niye düşer, nasıl düşer sormayın. Eşek bu! Düşmüş işte. Belki kör bir kuyuydu, ağzı tahtayla kapatılmıştı belki, üzerine de toprak dökülmüştü. Zamanla tahta çürüdü, zayıfladı, toprakta biten otları yemek isteyen eşeğin ağırlığını çekemedi ve güm. 

Hayvancık saatlerce acı içinde kıvrandı, bağırdı kendi dilinde. Ayıptır söylemesi, anırdı yani. 
Sesini duyan sahibi gelip baktı ki vaziyet kötü. Zavallı eşeği kuyunun dibinde melül mahzun bakınıyor. Üstelik yaralanmış. Üstelik de kuyu derin. Karşılaştığı bu durumdan, kendini eşeği kadar zavallı hisseden adamcağız köylüleri yardıma çağırdı. 

Ne yapsak, ne etsek, nasıl eşeği çıkarsak soruları havada kaldı. Sonunda karar veril di ki; bu eşeği, bu derin kuyudan kurtarmak için çalışmaya değmez. Tek çare, kuyuyu toprakla doldurmak. 

Ellerine aldıkları küreklerle etraftan kuyunun içine toprak attılar. Zavallı hayvan, üzerine gelen toprakları, her seferinde silkelenerek dibe döktü. Ayaklarının altına aldığı toprak sayesinde, her an biraz daha yükseldi. Ve sonunda yukarıya kadar çıkmış oldu. 

Köylüler ağzı açık bakakaldılar. 

Hayat bazen bizimde üzerimize abanır. Toz toprakla örtmeye çalışanlar çok olur. Bunlarla baş etmenin tek yolu, yakınıp sızlanmak değil, düşünüp silkinmek ve kurtulmak, aydınlıklara doğru adım atmaktır ! 


Kaynak-Aliağa Expres.